19 Ocak 2010 Salı

Teknofutbol

Bir süre verdiğim aranın sonuna geldik. Bundan sonra yazılarım daha ciddi bir platformda, www.teknofutbol.com adresinde olacak. İlk iki yazım buradan taşıdıklarım olacak, zamanla yenilerini de okuyabilirsiniz :)

Terfi ettim gibi gibi :P

tıklayınız

18 Aralık 2009 Cuma

Carlos iyiydi de..


Bir süredir içimden gelmiyodu pek bir şey yazmak, yeni olan bir şey yoktu, heyecan yoktu futbolla ilgili pek. Es kaza alınan sonuçlar, kim kazansa farketmeyecek maçlarla dolu bir lig, Avrupa Liginde bulunabilecek en kolay rakiplerle gelen üst turlar, Şampiyonlar Liginde biraz zorlu rakiplerle gelen es kaza alınmış 4 puan ve 4.lük, başka da bir şey yok.

Ama bugün artık yazma günüdür, bu hiçbir şey olmazsa Fenerbahçeli bir futbolsever olarak kendime borcumdur.

Bahsetmicem Carlos'un getirdiklerinden, kattıklarından, yok mental etkilermiş, ilk sezonki futboluymuş vs. Ya da formsuzluğu, eksikliği, yedirdiği goller falan ilgi alanıma girmiyor şu anda.

İlk geldiğinde bir eleştiri yapılıyordu Carlos ile ilgili: "eskisi gibi değil artık, 34 yaşına geldi" şeklinde.. Hadi ya?! Ben açıkçası özellikle ilk sezonda Carlos'tan ne görmeyi beklediysem onu gördüm, hatta fazlasını bile diyebilirim. Oyun olarak tam beklediğim gibiydi, eski Carlos olmayacaktı ki zira önünde Uğur Boral, Selçuk, Aurelio falan oynuyordu zaten, Figo ile Zidane değil, ortaları Raul'e değil Kezman'a yapıyordu. Beklediğimden fazlası kısmı da bütün içtenliği, takımı sahiplenmesi ve camiadaki herkesle olan ilişkileriydi. "Parasını alır, hakkını vererek elinden geldiğince oynar"dan fazlasını gördüm açıkçası. Hatta deplasmanda 1-0 kazanılan Sheriff maçından sonraki aşırı sevinç tepkisine bugün bile anlam veremiyorum, herhalde kariyerine bir de Moldova takımı ekledi diye olsa gerek diye düşünüyorum.

Birçok Fenerbahçe formam olmuştur, ama sadece bir tanesinin arkasında isim bulunur. Bugün yapılabilecek hiçbir transfer de bu etkiyi bende yaratmaz mevcut haliyle en formdaki oyuncuları getirmedikçe. Bir Raul gelse mesela alır elimle beslerim, ama dünyanın gelmiş geçmiş en iyi forveti değildir kendisi. Anelka ve Ortega da inanılması güç transferlerdi, ancak onların burada kendilerini parlatmaları gerekiyordu bir şekilde, maalesef uygun ortam olmadı. Carlos farklıydı, inanılmazdı, inanılamadığı için değerini veremedik.

Bütün bu adamları eleştirirken aslında dönüp kendimize bakmamız gerekiyor. Sen bunlara ne verdin ki ne alasın? Anelka'yı yedek oturtup Nobre'yle takım kur, ondan sonra yüzü gülmüyo bu adamın olsun. Ceyhun bu kadar formdayken nasıl oynamaz de Ortega'yı oturt, sonra adam uyum sorunu yaşamış olsun. El üstünde tutacaksın bunları ki onlar senin kıymetini anlasın, Fenerbahçe büyük kulüptür alışacak demekle olmuyor, bu adamlar Inter'e, Bayern'e gitse yedek kalmayı kaldıramayacak adamlar. Şimdi de şişirilmiş bir kadro, Josico ve Maldonado ile süslenmiş bir ortasaha, yedeğine Gökçek isimli bir Brezilyalı koy, attığı bütün uzun topları forvetlerin dağa taşa vursun, ondan sonra Carlos neden eski Carlos değil. Bu adamların kıymetini bilelim, kuş sütüyle besleyelim, oynamazlarsa sonra eleştirelim.

Kısacası dünyada bir gün tanışsam da elini sıkabilsem diyebileceğimiz insanlar erişebilme alanımıza girdikleri anda çok kolay eskitiyoruz, kıymet bilmiyoruz.

Çok dağıldı konu, ucundan toparlamak lazım. Başta da dediğim gibi; Carlos iyiydi de çevresi kötüydü..

8 Aralık 2009 Salı

"Sporla Üreyenlerin Adresi"

Senelerce sporla ilgili pekçok konuda konuştuğum, zaman zaman tartıştığım, fikirleri dolu olan bir arkadaşımın blogu, zamanınız olduğunda keyifle okuyacağınızı tahmin ediyorum, öneriyorum

sporingen.blogspot.com

2 Aralık 2009 Çarşamba

Avrupa duy sesimizi


Maçtan önce yemek yediğimiz büfede garsonun yaptığı Twente-twenteone-twentetwo espirisiyle taraftarların maça konsantre bir biçimde başlama vuruşunu beklediklerini gözlemledim.
Bu maça takımdan çok emin bir havada çıksak sonuç çok farklı olurdu, Hollanda ligi lideri ve ilk maçta kendi evinde seni yenen bir rakiple oynarken çekiniyor insan haliyle, o sayede kazandı Fener diyebilirim.
Seyir zevki olan bir maçtı, çok kaliteli futbol oynanmadı ama iki takım da zaman zaman güzel top çevirdi, organize oldu ve Volkan'ın kontrolünde direkten dönen pozisyonlar dahil gole yaklaşıldı. Fenerbahçe kalesinde zaman zaman tehlike yaşadı, beklenmeyen anlarda gol yiyebilirdi, ama attığı gol birkaç pozisyondur kendini göstermeye başlamıştı.
Üzerine konuşulacak çok fazla şey yok, 3 nokta dikkatimi çekti:
1- Cristian Baroni mükemmel bir futbol oynadı, atakları harika kesti, çok güzel hücum başlattı ve gerektiğinde topla beraber iyi katetti. Hepsinden öte gözümde en çok büyüten pozisyon ceza sahasının çok uzağındayken topu değil, pozisyonu takip etti ve kanattan kaçan rakibin önünü kesmek için çok başka bir yerden koşu yaptı, Twente'nin sol açığı topu önüne alıp Volkanla karşı karşıya kalmışken kayarak pozisyonu engelledi.
2- Alex'in kaçırdığı bir gol vardı, Guiza orta sahadan mükemmel bir uzun ara pası attı, Alex iyi kontrol edemedi ve kötü vurdu. Hani Guiza tip olarak bizlere benzese de hakkaten akrabam değil, ama daha o anda söyledim, bu pası Alex atıp Guiza kaçırmış olsa ne anası kalırdı ne avradı adamın. Tek diyeceğim forvetimiz bu, ihtiyacımız olan şey tahammül. Suratındaki ifadeye bakarsam da belki biraz şevkat.
3- Selçuk anladığım kadarıyla idmanlar bitince evine dönmüyor, daha kalıp kendini geliştirmek istiyor ve Guiza ile gol vuruşu idmanları yapıyor. Yapmasın.

29 Kasım 2009 Pazar

Guiza'yı anlamak - sönük yıldız sorunsalı

Şu anda çok yakındığımız bir durum Fenerbahçe'deki kaliteli diye alınan futbolcuların çok hevessiz ve sönük futbolları.
Bunların en belirginleri olarak Guiza'yı ön plana çıkardım, aslında aynı sorun Andre Santos'ta da var, diğerlerinden ayrılsa da benzer olarak Roberto Carlos'ta da.

Şimdi sen İspanya ligi gol kralı oluyorsun, Avrupa şampiyonu İspanya'nın 3. forveti olarak biliniyorsun, epeyce de yüksek bir bonservis bedeliyle Türkiye ligindeki güçlü bir takıma geliyorsun.

Benzer kurguyu Andre Santos için de koyabiliriz, konfederasyon kupası şampiyonu Brezilya'nın yeni yükselişteki oyuncularından, Dunga'nın sol beki, elde Real Madridli Marcelo, Barcelonalı Maxwell falan varken. Bir anda tanınıp Fenerbahçe'ye transfer oluyorsun.

Guiza ilk geldiği sezonda da çok gol kaçırdı, saç baş yoldurdu, ilerde yalnız kaldı, kalecinin göbeğine top vurdu. Ama şu ankinden farklı bir özelliği vardı; çok koşuyor, çok çabalıyordu, o yüzden de elle tutulur bir tarafı vardı. Şampiyonlar Liginde oynuyordu Fenerbahçe, Porto'ya, Arsenal'e karşı falan oynuyodu adam en azından. 1 sezon önce Avrupa'da çıkış yapmış, çeyrek final oynamış, beklentileri tavan yapmış bir takıma gelmişti.

Santos da çok genç olmamasına rağmen kendini pazarlayabileceği, Avrupa'da büyük bir takıma transfer olabilmek için daha gözönünde bulunabileceği bir kulübe geldi. 1-2 sezon burada parladıktan sonra mesela Milan'a falan gidebilirim diye düşündü heralde.

Siz böyle kariyerleri yeni parlamakta olan oyuncuları, açıkçası Fenerbahçe'yi daha büyük kulüplere gidebilmek adına kullanmak isteyecek (dünyanın en büyüğü değil, kabul edelim) oyuncuları, bu arada da iyi para alacakları bir yere getirdikten sonra o takımın hedefini "3 yıl ligde şampiyon olalım yeter" vizyonuna sokarsanız, teknik direktörünüz paşa "Sheriff iyi takım, 1 puan başarıdır" mantalitesine sahipse motive edemezsiniz. Adam bakmış vizyon yok, oynadığı takımlara bakıyo (o takımları küçümsemek niyetinde değilim ama gerçekler böyle) Diyarbakırspor, Gaziantepspor, Denizlispor vs. Bu takımlara karşı iyi oynasa, maçı kazansa, gol atsa, asist yapsa ne farkedecek? Steau maçına beraberliğe yetinen bir bakışla çıktıktan sonra, bu adamlar Avrupa'da düzgün bir hedef belirlenmedikten sonra nasıl motive olsunlar?

Carlos aynı olmasa da benzer durumda. Sen takımın hedeflerini bu kadar küçültürsen Carlos gibi bir futbolcuyu ha Katar'da parababası bir takımda oynatmışsın ha Fenerbahçe'de ne farkeder? Çok eminim ilk geldiğinde bir Arap takımına falan belki daha fazla ücret alarak transfer olabilirdi Carlos, ama bence amacı "ben daha ölmedim"i göstermek, Fenerbahçe Avrupa'da isim yaparken kendisini de hatırlatmaktı. Diğerleri gibi bu adamı da küçük hedeflerin için yoldaki taş niteliğinden öteye gitmeyen maçlarda oynatırsan, adam idare eder, hırs yapmaz.

Ben de farkındayım bu adamların çok para aldığının, iş etiğine sahip olup ellerinden geldiğince en yüksek performanslarını kullanmaları gerektiğinin, ancak şu anda yaşadığımız gerçeklik budur, motivasyonunu doğru veremedikçe oyunculardan randıman alamazsın. Ancak oyuncuların bu durumlarında hataları ne kadarsa, kulüp yönetimi ve teknik kadroların da en az o kadar suçları vardır. Bahsettiğim konu sadece bu 3 futbolcudan ibaret değildir, ancak benim gözümün önündeki en açık örnekler bunlar.

Not: Inter - Fiorentina maçını izliyorum, dakika 90 ve Inter'in bu seneki önemli transferlerinden biri olan Diego Milito'ya takıldı aklım. Bu arkadaş da Arjantin'in yedek oyuncusu ve Inter'de oynuyor, genelde yedek ve arada ilk 11, gerçekten de bugün mesela Guiza'nın bu en düşük performansından daha kötü oynuyor, Cenk İşler'in dün Fener'e attığı golden çok daha kolaylarını kalecinin göbeğine vurmakta. Şimdi bu adam kötü forvet mi? Ya da Guiza'yı koysak oraya Milito kadar iş yapmayacak mı, nedir?

Barcelona - Real Madrid

Bu maçı en basite indirgeyen cümlemi seçtim:
Sadece Messi vs. Ronaldo maçını izleyecek olmak bile ortalama bir futbol severi heyecana sokar. Geçen sene Barcelona - Man U. finali olsun, gerekirse Portekiz - Arjantin olsun, bunlardan çok çok daha güzeli de Barcelona - Real Madrid maçı olacak olması olaya çok keyif katıyor. Dünyada tek maç seçecek olsam futbolculara bakmadan bu maçı seçerim zaten, hem de bu sene çok çekişmeli bir puan durumunda ve iki takımda da çok üst düzey futbolcularla oluyor bu maç.

Kısaca akşam yemeğimin 19.50 gibi bitmesini ayarlayıp nargilemi hazırlicam, diğer bütün dikkat dağıtıcı şeyleri kapatıp bu maçın karşısına oturup tüttürücem. Kaka, Ronaldo, Benzema, Alonso bir tarafta, çoğu kendi evladı olan Iniesta, Messi, Xavi, Ibrahimoviç bi tarafta. Oh keyfe gel.

Beşiktaşlı olsam bile Sivas maçını izlemeye tenezzül dahi etmezdim, ya da maç dün olsaydı Kasımpaşa maçını asla izlemezdim. Hatta keşke dün olsaydı da izlemeseydim :)

İki takımı da severim, hep yıldız alıyorlar diye Real'e karşı bir antipatim yok, ne güzel futbol izletiyo işte adamlar, ama Barcelona sempatim çok daha ileri, hani Real'i de sevmeme rağmen geçen seneki 6lık maçta keyfin doruğuna varmıştım. Real'i sevmeme rağmen formam yoktur, 3 tane Barcelona formam vardır. Madrid'e de gitmedim, ama Barcelona şehrine de aşık oldum. Bu gece kanımız bordo mavi :)

Nasıl bir Fenerbahçe?

Kasımpaşa 3-1 yendi Fenerbahçe'yi. Ayağa düzgün pas yaptılar, çok rezil edebilecek bir skoru da kaçırarak 3-1 kazandılar.

Yılmaz Vural Fenerbahçe'ye gelene kadar rahat etmeyecek zaten, devamlı takım değiştirip yenecek. Kendi kendisinin önünü kapadı bana göre, önemli bir hoca, büyük takımlarla yaptığı hemen her maç olay olmuş, Fener'e karşı kaybettiğinden çok kazanmış, diğer takımlara karşı da hep kendisinden sözettirerek oynamış. Ama istikrar olmadan bunun nasıl gerçekleşmesini bekliyor anlamıyorum. Onlarca takımda dikiş tutturmadan, hep dönemsel hocalık yaparak, bir sıkımlık kurşun gibi bir hale getirerek sadece adını duyurabilir, kalıcı olarak kimsenin kendisine sahip çıkmasını beklemem. Şimdi 4-5 maç ardarda kaybetse 2. yarıda mesela Diyarbakırspor'un başında göremeyeceğimizi kendisini kimse söyleyemez. Futbolcu dövmesinden kendini yerlere atmasına kadar yaptığı akılalmaz işlere değinmiyorum bile. Endüstriyel futbol şov dünyasının bir parçasıdır evet, ama bu şekilde bu şovun oyuncularından biri olursan saygınlık kaybeder, akıllarda şaka olarak kalırsın. Kısacası kapasite yetersizliğinden değil, genel halinden dolayı Trabzon dışında büyük bir takımda hocalık yapabileceğini düşünmüyorum.

Gelelim Fenerbahçe'ye. Az olumsuz konuşucam, söz.

Hepsi bir yerde Daum'a bağlanacak elbet, ama konular bölünerek. Şimdi bu 4-5-1 illeti Alex'in gelmesiyle birlikte Daum zamanında oturdu Fenerbahçe'ye. Baştan söyleyeyim daha iyisi gelene kadar Alex bu takımın büyük ihtiyacı, Riquelme falan gelmeyecekse kalsın, yanındakileri ona uydurdukça takımı uçurur. O bahsettiğim 4-5-1'de iyi kötü bir 4lü defans, önde iki ön libero Appiah ve Aurelio, sağda önce Serhat, arada Yozgatlı, bazen de Anelka, solda en formda haliyle Tuncay, forvet arkası Alex, forvette de van Hooijdonk, Nobre, ya da yine zaman zaman Anelka vardı. Yani özetle 4 tane devamlı yer değiştirerek oynayan patlamaya yakın forvet (flamboyant demek istiyorum) ve arkalarında halen hayalini kurduğumuz 2 ön libero ile. E öyle olunca dönem dönem kötü gitse de tutar bu taktik.

Sonra Zico gelince çift forvet oynatmaya kalktı, o taktikte ısrar edilse bir dönem sonra alışıp bugün çok daha keyif veren bir oyun oynuyor olacağına inanıyorum, ki yazının ilerleyen yerlerinde dünkü oyunla bağdaştırıcam bunu. Zico'ya yapılan müdahaleden sonra eski Daum taktiğine döndürüldü ve tek başına ne Kezmanla ne Semihle işlemedi bu sistem, orada bir van Hooijdonk olmadığını, arkasındakilerin de eski performanstaki oyuncular olmadıkları akıllara yatmadı. Bireysel olarak Gökhan, Deivid ve Alex öne çıkınca Zico'nun 2. senesinde Şampiyonlar Ligindeki meşhur çeyrek final geldi.

Sonra gelen gideni aratır ya, Aragones geldi takımın başına. Hala savunuyorum, eğer illa yeni bir hoca alınacaksa Avrupa şampiyonu ve dönemin en güzel futbolunu oynatan hocayı getirmek yanlış bir karar değil. Ama bir yandan da artık o yaşa gelip yakalayabileceği en büyük başarıyı yakalamış hocanın ne kadar hırsı kalmış olacağı düşündürücüydü. Fenerbahçe'nin kendi Le Guen'ini yaratması gerekiyordu bence, takımla beraber kendi adını da büyütecek birisi. Zico zamanındaki futboldan ben de memnun değildim ama kalsa olurdu hani, ya da ne bileyim artık kendisini kanıtlamış Ersun Yanal gibi genç ve gelişime açık bir hoca düşünülebilirdi. Ya da FM'den ararım çok istenirse, bulurum gelecek vadeden müsait bir hoca. Sonuç olarak 4-5-1 değişmedi, kadro kalitesi zayıfladı ve kendimi bildim bileli içimde bulundurduğum "Fenerbahçeli umudu"nu kaybettiğim en erken sezonu yaşadık.

Neyse, Daum geldi, 4-5-1 devam, Baroni-Emre iyi oturdu, Bilica saçma sapan artistliklere girmediğinde canla başla savaşan iyi bir savunmacı, Carlos idare eder, Andre Santos hayal kırıklığı, Guiza hiç değişmedi, Semih epeyce geriledi, ama özellikle Mehmet Topuz ve Özer'in dinamizmiyle geçen seneye kıyasla daha iyi bir takım ortaya çıktı. Daum getirildiğinde muntazam taktisyenliği değil, disiplini, çalışma şekli ve nabza göre şerbet dağıtma özellikleri düşünülerek getirildi. Dünkü maçta takımda ne hırs ne de disiplin görmeyince "bu adam bunları da yaptıramıyorsa ne işe yarar" diye düşündüm. Bir arkadaş biz başında olsak bundan kötü nasıl oynatırız diye çıkışınca "en azından Abdülkadir, Furkan falan girer 70'te, Özer oynar sıkça da taraftar genç futbolcu hasretini giderir, kaybedersek öyle kaybederiz" dedim.

Dünkü maçın taktiğine gelince; kazanmış olsak Daum'un düzelme yolunda olduğu, aklının başına geldiği konuşulacaktı muhtemelen. Ben de bu taktikte ısrarcı olmayacağına inancım tam olduğundan, kazansak da bu taktiğin kaybedene kadar devam edip sonra tekrar değişeceğini bildiğimden buna karşı çıkacaktım. Bu veya benzeri bir sistemle oynayıp diretirse de kaybetmesine rağmen beni şaşırtmasına sevinmiş olurum. Dünkü taktiği beğendim, elinizde kanat oyununu iyi oynayacak oyuncu yoksa ortayı mücadeleci oyuncularla kalabalıklaştırmak, oyunu oraya yıkmaya çalışmak çok makul bence. 4-3-1-2 olarak kabaca tanımlayabiliriz oyunu, açıkçası Baroni olmasa da orada Özer falan oynasaydı tek önliberolu, sağ iç ve sol içli bir takım olmuş olacaktı, gerektiğinde kanatlara da çıkan orta sahalarla. Dünle ilgili Daum'u eleştireceğim ve futbolla pek alakası olmadığına inanmamı sağlayan tek konu açıkara takımın en iyisi olan Mehmet Topuz'u oyundan çıkarması oldu. Benim mantığım Baroni'nin Selçukla yer değişip Selçuk'un çıkması, Topuz'un sağ içe, Özer'in sol içe geçmesini öngörürdü. Neyse, farklı bir şey düşündü herhalde.

Bu taktikle oynayınca keyifli bir maç oldu, iki takım da çok pozisyona girdi, pozitif futbol oynadı. Fener'in savunması çok disiplinsiz ve berbattı, o yüzden bu sonuç ve kaçan goller ortaya çıktı. Heralde Daum Volkan'a ilk dakka asist yap da heyecanlı olsun demedi maçtan önce, ya da savunmacıların hepsine bütün arkaya atılan topları kaçırın ki karşı karşıya pozisyonlarda Volkan'ı sınayalım demedi. Yoksa iki takım da çok keyif veren organizasyonlara, paslaşmalara sahip oldu. Taraflı izlemesem çok keyifli bir maç izlemiş olurdum ikinci yarı tırnaklarımı yiyeceğime. Son cümlem de Semihle ilgili olsun; ne top kontrol edebildi, ne isabetli pas atabildi, bunun sakatlıktan çıkmakla falan alakası yok, vurdumduymazlara eklemiş kendini, bir an önce toparlanır umarım, tek kelimeyle berbattı dün, hatta ve hatta Guiza'dan bile kötü ve umursamazdı.

Çok uzattım, ben böyle oynayan - tabii ki bunun oturmuş ve disiplinli şeklini - bir takımı izlemekten keyif alırım. Bu oyunla daha çok gol yiyeceğimiz kesin, ama önemli olan yediğinden 1 fazlasını atmakta. Fenerbahçe taraftarı atılan gole doymaz, 2-0 yerine 4-3'ü tercih eder. Ne zaman ki koyarsın Diego Capel'i, Pennant'ı kanatlara, o zaman kanattan destekli 4-5-1'e dön, yoksa bu taktik iyi.