Şu anda çok yakındığımız bir durum Fenerbahçe'deki kaliteli diye alınan futbolcuların çok hevessiz ve sönük futbolları.
Bunların en belirginleri olarak Guiza'yı ön plana çıkardım, aslında aynı sorun Andre Santos'ta da var, diğerlerinden ayrılsa da benzer olarak Roberto Carlos'ta da.
Şimdi sen İspanya ligi gol kralı oluyorsun, Avrupa şampiyonu İspanya'nın 3. forveti olarak biliniyorsun, epeyce de yüksek bir bonservis bedeliyle Türkiye ligindeki güçlü bir takıma geliyorsun.
Benzer kurguyu Andre Santos için de koyabiliriz, konfederasyon kupası şampiyonu Brezilya'nın yeni yükselişteki oyuncularından, Dunga'nın sol beki, elde Real Madridli Marcelo, Barcelonalı Maxwell falan varken. Bir anda tanınıp Fenerbahçe'ye transfer oluyorsun.
Guiza ilk geldiği sezonda da çok gol kaçırdı, saç baş yoldurdu, ilerde yalnız kaldı, kalecinin göbeğine top vurdu. Ama şu ankinden farklı bir özelliği vardı; çok koşuyor, çok çabalıyordu, o yüzden de elle tutulur bir tarafı vardı. Şampiyonlar Liginde oynuyordu Fenerbahçe, Porto'ya, Arsenal'e karşı falan oynuyodu adam en azından. 1 sezon önce Avrupa'da çıkış yapmış, çeyrek final oynamış, beklentileri tavan yapmış bir takıma gelmişti.
Santos da çok genç olmamasına rağmen kendini pazarlayabileceği, Avrupa'da büyük bir takıma transfer olabilmek için daha gözönünde bulunabileceği bir kulübe geldi. 1-2 sezon burada parladıktan sonra mesela Milan'a falan gidebilirim diye düşündü heralde.
Siz böyle kariyerleri yeni parlamakta olan oyuncuları, açıkçası Fenerbahçe'yi daha büyük kulüplere gidebilmek adına kullanmak isteyecek (dünyanın en büyüğü değil, kabul edelim) oyuncuları, bu arada da iyi para alacakları bir yere getirdikten sonra o takımın hedefini "3 yıl ligde şampiyon olalım yeter" vizyonuna sokarsanız, teknik direktörünüz paşa "Sheriff iyi takım, 1 puan başarıdır" mantalitesine sahipse motive edemezsiniz. Adam bakmış vizyon yok, oynadığı takımlara bakıyo (o takımları küçümsemek niyetinde değilim ama gerçekler böyle) Diyarbakırspor, Gaziantepspor, Denizlispor vs. Bu takımlara karşı iyi oynasa, maçı kazansa, gol atsa, asist yapsa ne farkedecek? Steau maçına beraberliğe yetinen bir bakışla çıktıktan sonra, bu adamlar Avrupa'da düzgün bir hedef belirlenmedikten sonra nasıl motive olsunlar?
Carlos aynı olmasa da benzer durumda. Sen takımın hedeflerini bu kadar küçültürsen Carlos gibi bir futbolcuyu ha Katar'da parababası bir takımda oynatmışsın ha Fenerbahçe'de ne farkeder? Çok eminim ilk geldiğinde bir Arap takımına falan belki daha fazla ücret alarak transfer olabilirdi Carlos, ama bence amacı "ben daha ölmedim"i göstermek, Fenerbahçe Avrupa'da isim yaparken kendisini de hatırlatmaktı. Diğerleri gibi bu adamı da küçük hedeflerin için yoldaki taş niteliğinden öteye gitmeyen maçlarda oynatırsan, adam idare eder, hırs yapmaz.
Ben de farkındayım bu adamların çok para aldığının, iş etiğine sahip olup ellerinden geldiğince en yüksek performanslarını kullanmaları gerektiğinin, ancak şu anda yaşadığımız gerçeklik budur, motivasyonunu doğru veremedikçe oyunculardan randıman alamazsın. Ancak oyuncuların bu durumlarında hataları ne kadarsa, kulüp yönetimi ve teknik kadroların da en az o kadar suçları vardır. Bahsettiğim konu sadece bu 3 futbolcudan ibaret değildir, ancak benim gözümün önündeki en açık örnekler bunlar.
Not: Inter - Fiorentina maçını izliyorum, dakika 90 ve Inter'in bu seneki önemli transferlerinden biri olan Diego Milito'ya takıldı aklım. Bu arkadaş da Arjantin'in yedek oyuncusu ve Inter'de oynuyor, genelde yedek ve arada ilk 11, gerçekten de bugün mesela Guiza'nın bu en düşük performansından daha kötü oynuyor, Cenk İşler'in dün Fener'e attığı golden çok daha kolaylarını kalecinin göbeğine vurmakta. Şimdi bu adam kötü forvet mi? Ya da Guiza'yı koysak oraya Milito kadar iş yapmayacak mı, nedir?
29 Kasım 2009 Pazar
Barcelona - Real Madrid
Bu maçı en basite indirgeyen cümlemi seçtim:
Sadece Messi vs. Ronaldo maçını izleyecek olmak bile ortalama bir futbol severi heyecana sokar. Geçen sene Barcelona - Man U. finali olsun, gerekirse Portekiz - Arjantin olsun, bunlardan çok çok daha güzeli de Barcelona - Real Madrid maçı olacak olması olaya çok keyif katıyor. Dünyada tek maç seçecek olsam futbolculara bakmadan bu maçı seçerim zaten, hem de bu sene çok çekişmeli bir puan durumunda ve iki takımda da çok üst düzey futbolcularla oluyor bu maç.
Kısaca akşam yemeğimin 19.50 gibi bitmesini ayarlayıp nargilemi hazırlicam, diğer bütün dikkat dağıtıcı şeyleri kapatıp bu maçın karşısına oturup tüttürücem. Kaka, Ronaldo, Benzema, Alonso bir tarafta, çoğu kendi evladı olan Iniesta, Messi, Xavi, Ibrahimoviç bi tarafta. Oh keyfe gel.
Beşiktaşlı olsam bile Sivas maçını izlemeye tenezzül dahi etmezdim, ya da maç dün olsaydı Kasımpaşa maçını asla izlemezdim. Hatta keşke dün olsaydı da izlemeseydim :)
İki takımı da severim, hep yıldız alıyorlar diye Real'e karşı bir antipatim yok, ne güzel futbol izletiyo işte adamlar, ama Barcelona sempatim çok daha ileri, hani Real'i de sevmeme rağmen geçen seneki 6lık maçta keyfin doruğuna varmıştım. Real'i sevmeme rağmen formam yoktur, 3 tane Barcelona formam vardır. Madrid'e de gitmedim, ama Barcelona şehrine de aşık oldum. Bu gece kanımız bordo mavi :)
Sadece Messi vs. Ronaldo maçını izleyecek olmak bile ortalama bir futbol severi heyecana sokar. Geçen sene Barcelona - Man U. finali olsun, gerekirse Portekiz - Arjantin olsun, bunlardan çok çok daha güzeli de Barcelona - Real Madrid maçı olacak olması olaya çok keyif katıyor. Dünyada tek maç seçecek olsam futbolculara bakmadan bu maçı seçerim zaten, hem de bu sene çok çekişmeli bir puan durumunda ve iki takımda da çok üst düzey futbolcularla oluyor bu maç.
Kısaca akşam yemeğimin 19.50 gibi bitmesini ayarlayıp nargilemi hazırlicam, diğer bütün dikkat dağıtıcı şeyleri kapatıp bu maçın karşısına oturup tüttürücem. Kaka, Ronaldo, Benzema, Alonso bir tarafta, çoğu kendi evladı olan Iniesta, Messi, Xavi, Ibrahimoviç bi tarafta. Oh keyfe gel.
Beşiktaşlı olsam bile Sivas maçını izlemeye tenezzül dahi etmezdim, ya da maç dün olsaydı Kasımpaşa maçını asla izlemezdim. Hatta keşke dün olsaydı da izlemeseydim :)
İki takımı da severim, hep yıldız alıyorlar diye Real'e karşı bir antipatim yok, ne güzel futbol izletiyo işte adamlar, ama Barcelona sempatim çok daha ileri, hani Real'i de sevmeme rağmen geçen seneki 6lık maçta keyfin doruğuna varmıştım. Real'i sevmeme rağmen formam yoktur, 3 tane Barcelona formam vardır. Madrid'e de gitmedim, ama Barcelona şehrine de aşık oldum. Bu gece kanımız bordo mavi :)
Nasıl bir Fenerbahçe?
Kasımpaşa 3-1 yendi Fenerbahçe'yi. Ayağa düzgün pas yaptılar, çok rezil edebilecek bir skoru da kaçırarak 3-1 kazandılar.
Yılmaz Vural Fenerbahçe'ye gelene kadar rahat etmeyecek zaten, devamlı takım değiştirip yenecek. Kendi kendisinin önünü kapadı bana göre, önemli bir hoca, büyük takımlarla yaptığı hemen her maç olay olmuş, Fener'e karşı kaybettiğinden çok kazanmış, diğer takımlara karşı da hep kendisinden sözettirerek oynamış. Ama istikrar olmadan bunun nasıl gerçekleşmesini bekliyor anlamıyorum. Onlarca takımda dikiş tutturmadan, hep dönemsel hocalık yaparak, bir sıkımlık kurşun gibi bir hale getirerek sadece adını duyurabilir, kalıcı olarak kimsenin kendisine sahip çıkmasını beklemem. Şimdi 4-5 maç ardarda kaybetse 2. yarıda mesela Diyarbakırspor'un başında göremeyeceğimizi kendisini kimse söyleyemez. Futbolcu dövmesinden kendini yerlere atmasına kadar yaptığı akılalmaz işlere değinmiyorum bile. Endüstriyel futbol şov dünyasının bir parçasıdır evet, ama bu şekilde bu şovun oyuncularından biri olursan saygınlık kaybeder, akıllarda şaka olarak kalırsın. Kısacası kapasite yetersizliğinden değil, genel halinden dolayı Trabzon dışında büyük bir takımda hocalık yapabileceğini düşünmüyorum.
Gelelim Fenerbahçe'ye. Az olumsuz konuşucam, söz.
Hepsi bir yerde Daum'a bağlanacak elbet, ama konular bölünerek. Şimdi bu 4-5-1 illeti Alex'in gelmesiyle birlikte Daum zamanında oturdu Fenerbahçe'ye. Baştan söyleyeyim daha iyisi gelene kadar Alex bu takımın büyük ihtiyacı, Riquelme falan gelmeyecekse kalsın, yanındakileri ona uydurdukça takımı uçurur. O bahsettiğim 4-5-1'de iyi kötü bir 4lü defans, önde iki ön libero Appiah ve Aurelio, sağda önce Serhat, arada Yozgatlı, bazen de Anelka, solda en formda haliyle Tuncay, forvet arkası Alex, forvette de van Hooijdonk, Nobre, ya da yine zaman zaman Anelka vardı. Yani özetle 4 tane devamlı yer değiştirerek oynayan patlamaya yakın forvet (flamboyant demek istiyorum) ve arkalarında halen hayalini kurduğumuz 2 ön libero ile. E öyle olunca dönem dönem kötü gitse de tutar bu taktik.
Sonra Zico gelince çift forvet oynatmaya kalktı, o taktikte ısrar edilse bir dönem sonra alışıp bugün çok daha keyif veren bir oyun oynuyor olacağına inanıyorum, ki yazının ilerleyen yerlerinde dünkü oyunla bağdaştırıcam bunu. Zico'ya yapılan müdahaleden sonra eski Daum taktiğine döndürüldü ve tek başına ne Kezmanla ne Semihle işlemedi bu sistem, orada bir van Hooijdonk olmadığını, arkasındakilerin de eski performanstaki oyuncular olmadıkları akıllara yatmadı. Bireysel olarak Gökhan, Deivid ve Alex öne çıkınca Zico'nun 2. senesinde Şampiyonlar Ligindeki meşhur çeyrek final geldi.
Sonra gelen gideni aratır ya, Aragones geldi takımın başına. Hala savunuyorum, eğer illa yeni bir hoca alınacaksa Avrupa şampiyonu ve dönemin en güzel futbolunu oynatan hocayı getirmek yanlış bir karar değil. Ama bir yandan da artık o yaşa gelip yakalayabileceği en büyük başarıyı yakalamış hocanın ne kadar hırsı kalmış olacağı düşündürücüydü. Fenerbahçe'nin kendi Le Guen'ini yaratması gerekiyordu bence, takımla beraber kendi adını da büyütecek birisi. Zico zamanındaki futboldan ben de memnun değildim ama kalsa olurdu hani, ya da ne bileyim artık kendisini kanıtlamış Ersun Yanal gibi genç ve gelişime açık bir hoca düşünülebilirdi. Ya da FM'den ararım çok istenirse, bulurum gelecek vadeden müsait bir hoca. Sonuç olarak 4-5-1 değişmedi, kadro kalitesi zayıfladı ve kendimi bildim bileli içimde bulundurduğum "Fenerbahçeli umudu"nu kaybettiğim en erken sezonu yaşadık.
Neyse, Daum geldi, 4-5-1 devam, Baroni-Emre iyi oturdu, Bilica saçma sapan artistliklere girmediğinde canla başla savaşan iyi bir savunmacı, Carlos idare eder, Andre Santos hayal kırıklığı, Guiza hiç değişmedi, Semih epeyce geriledi, ama özellikle Mehmet Topuz ve Özer'in dinamizmiyle geçen seneye kıyasla daha iyi bir takım ortaya çıktı. Daum getirildiğinde muntazam taktisyenliği değil, disiplini, çalışma şekli ve nabza göre şerbet dağıtma özellikleri düşünülerek getirildi. Dünkü maçta takımda ne hırs ne de disiplin görmeyince "bu adam bunları da yaptıramıyorsa ne işe yarar" diye düşündüm. Bir arkadaş biz başında olsak bundan kötü nasıl oynatırız diye çıkışınca "en azından Abdülkadir, Furkan falan girer 70'te, Özer oynar sıkça da taraftar genç futbolcu hasretini giderir, kaybedersek öyle kaybederiz" dedim.
Dünkü maçın taktiğine gelince; kazanmış olsak Daum'un düzelme yolunda olduğu, aklının başına geldiği konuşulacaktı muhtemelen. Ben de bu taktikte ısrarcı olmayacağına inancım tam olduğundan, kazansak da bu taktiğin kaybedene kadar devam edip sonra tekrar değişeceğini bildiğimden buna karşı çıkacaktım. Bu veya benzeri bir sistemle oynayıp diretirse de kaybetmesine rağmen beni şaşırtmasına sevinmiş olurum. Dünkü taktiği beğendim, elinizde kanat oyununu iyi oynayacak oyuncu yoksa ortayı mücadeleci oyuncularla kalabalıklaştırmak, oyunu oraya yıkmaya çalışmak çok makul bence. 4-3-1-2 olarak kabaca tanımlayabiliriz oyunu, açıkçası Baroni olmasa da orada Özer falan oynasaydı tek önliberolu, sağ iç ve sol içli bir takım olmuş olacaktı, gerektiğinde kanatlara da çıkan orta sahalarla. Dünle ilgili Daum'u eleştireceğim ve futbolla pek alakası olmadığına inanmamı sağlayan tek konu açıkara takımın en iyisi olan Mehmet Topuz'u oyundan çıkarması oldu. Benim mantığım Baroni'nin Selçukla yer değişip Selçuk'un çıkması, Topuz'un sağ içe, Özer'in sol içe geçmesini öngörürdü. Neyse, farklı bir şey düşündü herhalde.
Bu taktikle oynayınca keyifli bir maç oldu, iki takım da çok pozisyona girdi, pozitif futbol oynadı. Fener'in savunması çok disiplinsiz ve berbattı, o yüzden bu sonuç ve kaçan goller ortaya çıktı. Heralde Daum Volkan'a ilk dakka asist yap da heyecanlı olsun demedi maçtan önce, ya da savunmacıların hepsine bütün arkaya atılan topları kaçırın ki karşı karşıya pozisyonlarda Volkan'ı sınayalım demedi. Yoksa iki takım da çok keyif veren organizasyonlara, paslaşmalara sahip oldu. Taraflı izlemesem çok keyifli bir maç izlemiş olurdum ikinci yarı tırnaklarımı yiyeceğime. Son cümlem de Semihle ilgili olsun; ne top kontrol edebildi, ne isabetli pas atabildi, bunun sakatlıktan çıkmakla falan alakası yok, vurdumduymazlara eklemiş kendini, bir an önce toparlanır umarım, tek kelimeyle berbattı dün, hatta ve hatta Guiza'dan bile kötü ve umursamazdı.
Çok uzattım, ben böyle oynayan - tabii ki bunun oturmuş ve disiplinli şeklini - bir takımı izlemekten keyif alırım. Bu oyunla daha çok gol yiyeceğimiz kesin, ama önemli olan yediğinden 1 fazlasını atmakta. Fenerbahçe taraftarı atılan gole doymaz, 2-0 yerine 4-3'ü tercih eder. Ne zaman ki koyarsın Diego Capel'i, Pennant'ı kanatlara, o zaman kanattan destekli 4-5-1'e dön, yoksa bu taktik iyi.
Yılmaz Vural Fenerbahçe'ye gelene kadar rahat etmeyecek zaten, devamlı takım değiştirip yenecek. Kendi kendisinin önünü kapadı bana göre, önemli bir hoca, büyük takımlarla yaptığı hemen her maç olay olmuş, Fener'e karşı kaybettiğinden çok kazanmış, diğer takımlara karşı da hep kendisinden sözettirerek oynamış. Ama istikrar olmadan bunun nasıl gerçekleşmesini bekliyor anlamıyorum. Onlarca takımda dikiş tutturmadan, hep dönemsel hocalık yaparak, bir sıkımlık kurşun gibi bir hale getirerek sadece adını duyurabilir, kalıcı olarak kimsenin kendisine sahip çıkmasını beklemem. Şimdi 4-5 maç ardarda kaybetse 2. yarıda mesela Diyarbakırspor'un başında göremeyeceğimizi kendisini kimse söyleyemez. Futbolcu dövmesinden kendini yerlere atmasına kadar yaptığı akılalmaz işlere değinmiyorum bile. Endüstriyel futbol şov dünyasının bir parçasıdır evet, ama bu şekilde bu şovun oyuncularından biri olursan saygınlık kaybeder, akıllarda şaka olarak kalırsın. Kısacası kapasite yetersizliğinden değil, genel halinden dolayı Trabzon dışında büyük bir takımda hocalık yapabileceğini düşünmüyorum.
Gelelim Fenerbahçe'ye. Az olumsuz konuşucam, söz.
Hepsi bir yerde Daum'a bağlanacak elbet, ama konular bölünerek. Şimdi bu 4-5-1 illeti Alex'in gelmesiyle birlikte Daum zamanında oturdu Fenerbahçe'ye. Baştan söyleyeyim daha iyisi gelene kadar Alex bu takımın büyük ihtiyacı, Riquelme falan gelmeyecekse kalsın, yanındakileri ona uydurdukça takımı uçurur. O bahsettiğim 4-5-1'de iyi kötü bir 4lü defans, önde iki ön libero Appiah ve Aurelio, sağda önce Serhat, arada Yozgatlı, bazen de Anelka, solda en formda haliyle Tuncay, forvet arkası Alex, forvette de van Hooijdonk, Nobre, ya da yine zaman zaman Anelka vardı. Yani özetle 4 tane devamlı yer değiştirerek oynayan patlamaya yakın forvet (flamboyant demek istiyorum) ve arkalarında halen hayalini kurduğumuz 2 ön libero ile. E öyle olunca dönem dönem kötü gitse de tutar bu taktik.
Sonra Zico gelince çift forvet oynatmaya kalktı, o taktikte ısrar edilse bir dönem sonra alışıp bugün çok daha keyif veren bir oyun oynuyor olacağına inanıyorum, ki yazının ilerleyen yerlerinde dünkü oyunla bağdaştırıcam bunu. Zico'ya yapılan müdahaleden sonra eski Daum taktiğine döndürüldü ve tek başına ne Kezmanla ne Semihle işlemedi bu sistem, orada bir van Hooijdonk olmadığını, arkasındakilerin de eski performanstaki oyuncular olmadıkları akıllara yatmadı. Bireysel olarak Gökhan, Deivid ve Alex öne çıkınca Zico'nun 2. senesinde Şampiyonlar Ligindeki meşhur çeyrek final geldi.
Sonra gelen gideni aratır ya, Aragones geldi takımın başına. Hala savunuyorum, eğer illa yeni bir hoca alınacaksa Avrupa şampiyonu ve dönemin en güzel futbolunu oynatan hocayı getirmek yanlış bir karar değil. Ama bir yandan da artık o yaşa gelip yakalayabileceği en büyük başarıyı yakalamış hocanın ne kadar hırsı kalmış olacağı düşündürücüydü. Fenerbahçe'nin kendi Le Guen'ini yaratması gerekiyordu bence, takımla beraber kendi adını da büyütecek birisi. Zico zamanındaki futboldan ben de memnun değildim ama kalsa olurdu hani, ya da ne bileyim artık kendisini kanıtlamış Ersun Yanal gibi genç ve gelişime açık bir hoca düşünülebilirdi. Ya da FM'den ararım çok istenirse, bulurum gelecek vadeden müsait bir hoca. Sonuç olarak 4-5-1 değişmedi, kadro kalitesi zayıfladı ve kendimi bildim bileli içimde bulundurduğum "Fenerbahçeli umudu"nu kaybettiğim en erken sezonu yaşadık.
Neyse, Daum geldi, 4-5-1 devam, Baroni-Emre iyi oturdu, Bilica saçma sapan artistliklere girmediğinde canla başla savaşan iyi bir savunmacı, Carlos idare eder, Andre Santos hayal kırıklığı, Guiza hiç değişmedi, Semih epeyce geriledi, ama özellikle Mehmet Topuz ve Özer'in dinamizmiyle geçen seneye kıyasla daha iyi bir takım ortaya çıktı. Daum getirildiğinde muntazam taktisyenliği değil, disiplini, çalışma şekli ve nabza göre şerbet dağıtma özellikleri düşünülerek getirildi. Dünkü maçta takımda ne hırs ne de disiplin görmeyince "bu adam bunları da yaptıramıyorsa ne işe yarar" diye düşündüm. Bir arkadaş biz başında olsak bundan kötü nasıl oynatırız diye çıkışınca "en azından Abdülkadir, Furkan falan girer 70'te, Özer oynar sıkça da taraftar genç futbolcu hasretini giderir, kaybedersek öyle kaybederiz" dedim.
Dünkü maçın taktiğine gelince; kazanmış olsak Daum'un düzelme yolunda olduğu, aklının başına geldiği konuşulacaktı muhtemelen. Ben de bu taktikte ısrarcı olmayacağına inancım tam olduğundan, kazansak da bu taktiğin kaybedene kadar devam edip sonra tekrar değişeceğini bildiğimden buna karşı çıkacaktım. Bu veya benzeri bir sistemle oynayıp diretirse de kaybetmesine rağmen beni şaşırtmasına sevinmiş olurum. Dünkü taktiği beğendim, elinizde kanat oyununu iyi oynayacak oyuncu yoksa ortayı mücadeleci oyuncularla kalabalıklaştırmak, oyunu oraya yıkmaya çalışmak çok makul bence. 4-3-1-2 olarak kabaca tanımlayabiliriz oyunu, açıkçası Baroni olmasa da orada Özer falan oynasaydı tek önliberolu, sağ iç ve sol içli bir takım olmuş olacaktı, gerektiğinde kanatlara da çıkan orta sahalarla. Dünle ilgili Daum'u eleştireceğim ve futbolla pek alakası olmadığına inanmamı sağlayan tek konu açıkara takımın en iyisi olan Mehmet Topuz'u oyundan çıkarması oldu. Benim mantığım Baroni'nin Selçukla yer değişip Selçuk'un çıkması, Topuz'un sağ içe, Özer'in sol içe geçmesini öngörürdü. Neyse, farklı bir şey düşündü herhalde.
Bu taktikle oynayınca keyifli bir maç oldu, iki takım da çok pozisyona girdi, pozitif futbol oynadı. Fener'in savunması çok disiplinsiz ve berbattı, o yüzden bu sonuç ve kaçan goller ortaya çıktı. Heralde Daum Volkan'a ilk dakka asist yap da heyecanlı olsun demedi maçtan önce, ya da savunmacıların hepsine bütün arkaya atılan topları kaçırın ki karşı karşıya pozisyonlarda Volkan'ı sınayalım demedi. Yoksa iki takım da çok keyif veren organizasyonlara, paslaşmalara sahip oldu. Taraflı izlemesem çok keyifli bir maç izlemiş olurdum ikinci yarı tırnaklarımı yiyeceğime. Son cümlem de Semihle ilgili olsun; ne top kontrol edebildi, ne isabetli pas atabildi, bunun sakatlıktan çıkmakla falan alakası yok, vurdumduymazlara eklemiş kendini, bir an önce toparlanır umarım, tek kelimeyle berbattı dün, hatta ve hatta Guiza'dan bile kötü ve umursamazdı.
Çok uzattım, ben böyle oynayan - tabii ki bunun oturmuş ve disiplinli şeklini - bir takımı izlemekten keyif alırım. Bu oyunla daha çok gol yiyeceğimiz kesin, ama önemli olan yediğinden 1 fazlasını atmakta. Fenerbahçe taraftarı atılan gole doymaz, 2-0 yerine 4-3'ü tercih eder. Ne zaman ki koyarsın Diego Capel'i, Pennant'ı kanatlara, o zaman kanattan destekli 4-5-1'e dön, yoksa bu taktik iyi.
25 Kasım 2009 Çarşamba
Rüştü'ye kariyer tavsiyesi
Evet biraz haddimi aşayım dedim, yılların kalecisine içten bir tavsiyede bulunayım :)
Şimdi bu adam Fenerbahçe'de sembol isimlerdendi, Barcelona'ya hakederek gitti, orda şanssızlıklar yaşadı geri geldi. Zico zamanında 3. kaleciliğe kadar düşmeyi yine makul karşılanacak bir şekilde kabullenemedi ve iyi de ücret alarak Beşiktaş'a gitti. Geçen sezonun genelinde de iyi bir performans sergiledi, ama grafiği hep istikrarsızdı bana göre, çoğu zaman olduğu gibi. Fener'deyken en çok yakındığımız şey önemli maçlarda basit hatalar yapmasıydı, hani kimi rezaletleri önlediği gerçeğini de gözardı edemeyiz, özetle ne Fenerbahçe'de hakettiği itibarı buldu, aynı zamanda özellikle son dönemlerinde Fenerbahçeliliğin hakkını veremedi. Şimdi bu geçmişine dayanarak Beşiktaş'ta da çok sevildiği söylenemez, en ufak hatası çok göze batar halde.
Şimdi iyi güzel, burada dayanabildiği kadar oynasın. Ancak maalesef şöyle bir gerçek var ki ayrıldığında ne Fenerbahçeli Rüştü olacak ne de Beşiktaşlı Rüştü. Buradan sonra veteran olarak Trabzon'a falan gitmesi çok yanlış olur, yerler orda bu geçmişe sahip adamı gol yedikçe. Kendi önemsiz fikrime göre Beşiktaş'tan ayrılınca Antalyaspor'da en az 1-2 sezon oynaması, geldiği yeri unutmadığını göstermesi gerekir. Böylece en kötü ihtimalle bir kulübü arkasına alıp Antalyasporlu Rüştü olarak hatırlanabilir.
Futbolda şike mi? Yok canım!
Sanırım Fenerbahçe-Honved maçı "Guiza 3 gol atacak" şeklinde dünya çapında oynanan ve dikkatleri bir anda üstüne çeken toplam 333€luk bahis yüzünden incelemeye alındı. Bu görülmemiş olay neredeyse ligin başındaki Denizlispor-Fenerbahçe maçını da inceleme altına girmesine sebep olacaktı.
İşin Guiza denklemini bir kenara koyarsak, hakkaten şaşıran 1 (bir) kişi var mı futbolda Avrupa çapında böyle maç bağlama, manipülasyon, özetle binbir türlü şike dönmesine? Real Madrid ve Milan gibi bütün dünyanın gözü önünde olan takımların bile forma reklamları bahis siteleri olurken, benzer siteler sayısız takıma sponsor olurken bu kocaman takımlar bile manipülasyona uğrasa şaşırtmaz. Hatta bence asıl bunlar yapıyorlardır, nasıl olsa o isimle kimse bunun adını bile anamaz diye. Birden Doğu Avrupa'da bir çete ortaya çıkınca kıyamet koptu, tutuklamalar başladı, ligler inceleniyor, federasyonlar sorgulanıyor. Yani bana sorarsanız toplam dönen şike organizasyonlarının içinde ufacık olarak değerlendirilebilecek bir örgüt sağ olsun UEFA sonunda harekete geçmeye karar verdi, bugüne kadar olan biten hiç mi bir sorun yoktu? Bugüne kadar sessiz kalarak acaba kimlerin ceplerinin dolup taşmasına göz yumdular merak ediyorum. Umarım nispeten bir düzelme olur, bahis gibi keyifli bir olay da keyif boyutundan pek uzaklaşmaz ve futbolu daha da kirletmesi önlenir.
24 Kasım 2009 Salı
23 Kasım 2009 Pazartesi
[HAVADİS] #1
YENDİK Mİ LAN!
Ben de artık Türkiye'nin en saygın biloglarından birisi olan Futbolgringo'da yazıyorum.
Bayramda topiclerimi düşünüp, dolu dolu geleceğim...
HERKESE SIFIR BANA YÜZ!!!
Bayramda topiclerimi düşünüp, dolu dolu geleceğim...
HERKESE SIFIR BANA YÜZ!!!
İster 1 olsun ister 11 - vazgeçin şu eskilerden!
Evet, uğraştım editörden ve 00/01 cm'de kadroyu oluşturdum :)
Aslında bu yazının çıkış yeri maç daha 0-0'ken yine Beşiktaşlı arkadaşıma "kadroda 2 Fener eskisi olmayınca Beşiktaş sahaya çıkamıyomuş" dememin ardından 2 gol birden yiyip Daum'un yüzü ekranda belirince hayatımda aldığım en net ayarlardan biri olan "Bizim eskilerle de olmuyomuş demek ki" üzerine olmuştur. Ne yukarıdakine, ne aşağıdakine gerek yoktur, miadı dolan oyuncularla da hedefe varmak zordur, hocalarla da. Takımı düzeltme fırsatı varken sadece bir ihtimal Türkiye'deki şampiyonluk için 5 sene geriye götürmeye gerek yoktu. Keşke Rijkaard'ı Fener alsaydı da şampiyon olamasaydı, en azından bir vizyon ortaya koyardı.
Saygılar Efendim..
22 Kasım 2009 Pazar
Derbi?
Beşiktaşlı bir arkadaşın planlı programlı komplosu üzerine 25 dakika geç izlemeye başlayabildim maçı, bir bakıma bütün maçı "ama o penaltıyı vermedi" diye sızlanmadan geçirmemi sağlamış oldu.
3-0 gibi bir skoru tahmin etmiştim aslında ben, ama kazanan tarafı şaşırmışım. İnsan her ne kadar futboldan anladığını iddia etse de, detaylara baksa da, benim gözlemlediğim kadarıyla tahminlerinde taraftarlık hisleri gözünü karartabiliyor.
İlk yarısı vasatın çok altındaydı maçın, birkaç vasıfsız pozisyon ve çok sıkıcı bir futbol. Direkten dönen ve son düdüğü getiren Alex vuruşu kaleye girmiş olsa bambaşka bir ikinci yarı, bambaşka bir maç hakkında yazıyor olacaktım muhtemelen. Olmadı, kısmet değilmiş.
İkinci yarı Fenerbahçe ne kadar sönük başladıysa Beşiktaş da en az o kadar iştahlı başladı. İlk gol geldiğinde ikincinin geleceği, Bobo attığında da üçüncünün geleceği belliydi. Son gol daha erken gelmiş olsa dördüncüden korkar olacaktım. İşin enteresan kısmı ben ne kadar "bir an önce bitse de olduğuyla kalsa" diye düşünerek maçı izliyorsam Fenerbahçeli oyuncular da aynı o şekilde oynuyorlardı. Bu anlamsız ruhsuzluk bu takımı karıştırır. Biz alışığız maç kaybetmelere, dönemsel başarısızlıklara, son maçla şampiyonluk kaçırmaya, ama konu sahadaki futbolcunun formasını hakkını vererek giymemesi olunca sular durulmaz Fenerbahçe'de. Ben de biliyorum ben galibiyeti 1 istiyorsam futbolcunun 10 isteyeceğini, ama sonuç için elinde olanları sahaya koyacak olan da kendisi.
Burada Daum eleştirilerime başlamak için yeterli girişi yaptığımı düşünüyorum. Yanlış duymadıysam son 16 gündür maç yapmamış olan takım bu 16 günün 9'unu tatil ile değerlendirmiş. Tamam sezona çok erken başladılar, aşırı yoruldular, rotasyonu 70'te Özer ya da Mehmet'i, 82'de Selçuk ya da Deniz'i oyuna almak sanan bir hocayla çalışıp perişan oldular belki ama bu kadar yarışmadan uzak kalmak ne demek oluyor anlamıyorum. Kaçırdıysam affola, eskiden böyle araları İran'dan falan takımlarla hazırlık maçıyla doldururdu Daum, şimdi kalede Babacan ya da Mert'in, sağ kanatta Ali Bilgin ve forvette Furkanın oynayacağı bir maç ayarlamış olsa eline mi yapışırdı? Oyuncuları bu kadar futboldan soğutmanın cezası umarım sadece böyle tek maçlık bir mağlubiyetle ödenir.
Ülkedeki milyonlarca teknik direktörden biri olarak analiz yapmasam eksik kalır, farkındayım. Öncelikle Kazım'ı santrafor oynatmayı çok mantıklı buluyorum, biraz disiplin edilirse önemli kariyere sahip olacak iyi yetenekleri olan bir oyuncu bence. Ama sanki takım akla hayale sığmayacak bir futbol oynuyormuş gibi hem Steaua, hem Galatasaray, hem de Beşiktaş maçlarına nasıl aynı diziliş, aynı taktikle başlanır anlayamıyorum. Galatasaray maçını bir kenara bırakırsak 12 maçta 3 gol yemiş, taş gibi savunmaya sahip bir rakip var karşında. Sen bu sistemle oraya Kazım yerine Guiza'yı koysan yine onu evine gönderirdik, Semih'i koysan meğer yedek olması doğruymuş derdik. 50 metre boyuna biraz da fazlası enine bir alana sen tek forvet koyup Alex inanılmaz bir pas atsın da o forvet koşturup gol atsın diye oynarsan bu ancak Gökhan Zan'ın oynadığı takımlarda işe yarar, ya da kalite olarak senden düşük takımlarda. Ferrari ve Sivok arasında kaybedersin o adamı, geçmişte Anelka, Kezman ve günümüzde Guiza'yı kaybettiğin gibi. Maalesef bu hastalık epeydir devam ediyor, tek sorumlusu Daum değil.
İleriyi Alex'e, ortayı Emre'ye, kaleyi Volkan'a, kalanları da Allah'a emanet sahaya çıkarsan zor dostum işin. Emre sakatlandı, şanssızlık budur ya tam onun basacağı yerden bir boşluk oluştu ve gol yedi Fener, olur öyle arada. Emre çıkınca oraya Andre Santos mu geçer gözünü seveyim Daum? Oraya ayağı top yapacak, mücadelesi de üst düzey bir oyuncuyu çekersin, Özer'in ön libero yeterliliğini tam bilemediğim için en büyük aday Mehmet olur bence. Santos'u oraya çekmek rakibi organize hücumlara buyur etmektir. Yenilen harika 2 gol üstüne Kazım'ın da saçma kırmızı kartı sonrasında zaten 3-0 çok şükür fazlası olmadı dedirtecek bir skor oldu. Burada asıl sorun kaybedilen maç değil, gelecek için umutların azalmasında oldu.
Bir paragrafı tabii ki İbrahim Üzülmez'e ayırmasam hakkı kalır. Böyle adamlara hiç kızmadım, ne milli takımda İspanya maçında saçma penaltı yaptırınca İbrahim'e, ne de sayısız Fener maçında Selçuk'a. Bu oyuncular kapasiteleri belli oyuncular, kimse ellerinden geldiğince mücadele etmediklerini söyleyemez, ancak ellerinden gelen çok kısıtlı olduğunda hata onlarda değil, onları oraya yerleştiren teknik direktör ve yerlerine oyuncu bulmayan yöneticilerde olur. İbrahim neredeyse kendimi bildim bileli Beşiktaş'ın sol beki ve aynı dönemden beri de çok eleştiriliyor. Ama seviliyor da aynı zamanda, çünkü gücünü sonuna kadar kullanmadığı hiçbir maç yok, kırk yılda bir de Barcelona maçı olsun, dünkü maç olsun bu emeklerinin ödülünü alıyor ve maçların kazanılmasında büyük rol oynuyor. Bu tarz oyuncular taraftarlara sezonun çoğunda çok çektirir, ama arada böyle maçlarda da büyük sevinç yaratırlar, dün de bunun örneğini gördük. Saygı duymaktan başka yapacak bir şey yok.
Beşiktaş bence dün iyi oynamadı, karşısında ruhsuz ve basiretsiz bir takım vardı, ama maçı sonuna kadar da haketti. Bir yerde sevindim de, çünkü çok ihtiyacı vardı bu galibiyete. Hani bilsem ki bu maç kaybedilince Demirören istifa edecek, yazık oldu kazanması diyebilirdim, ama yönetim seviyesinde durum aynı sürüncemede kalacak ve mutsuz bir kitle bu maçla beraber tekrar heyecan yakalayacak, takımlarına sahip çıkma fırsatı bulacaklardı, bu da çoğu kişinin düşüneceğinden çok daha güzel bir skorla ellerine geçti.
Öyle romantiklerden değilim, ligin erken kopmaması lazım, açıkara Fener gitse ne zevki kalır diyemem, keşke her maçı kazansak da 10 maç kala şampiyon olsak hatta, ama bunun mümkün olmadığı bir ortamda Beşiktaş belki de son şansını çok iyi kullanmış oldu.
Özetlemek gerekirse futbol açısından fakir ama Fenerbahçe'nin herhangi bir maçta atmasını dileyeceğim kadar güzel 2 gol ve detayında ofsayt olmasından başka pek bir önemi olmayan bir 3. gol ile biten net skorlu bir derbi oldu. Olaysız geçmesi zaten normal olan ama maalesef günümüzde sevindirici bir şeydi.
Önümüzdeki maçlara bakacağız..
3-0 gibi bir skoru tahmin etmiştim aslında ben, ama kazanan tarafı şaşırmışım. İnsan her ne kadar futboldan anladığını iddia etse de, detaylara baksa da, benim gözlemlediğim kadarıyla tahminlerinde taraftarlık hisleri gözünü karartabiliyor.
İlk yarısı vasatın çok altındaydı maçın, birkaç vasıfsız pozisyon ve çok sıkıcı bir futbol. Direkten dönen ve son düdüğü getiren Alex vuruşu kaleye girmiş olsa bambaşka bir ikinci yarı, bambaşka bir maç hakkında yazıyor olacaktım muhtemelen. Olmadı, kısmet değilmiş.
İkinci yarı Fenerbahçe ne kadar sönük başladıysa Beşiktaş da en az o kadar iştahlı başladı. İlk gol geldiğinde ikincinin geleceği, Bobo attığında da üçüncünün geleceği belliydi. Son gol daha erken gelmiş olsa dördüncüden korkar olacaktım. İşin enteresan kısmı ben ne kadar "bir an önce bitse de olduğuyla kalsa" diye düşünerek maçı izliyorsam Fenerbahçeli oyuncular da aynı o şekilde oynuyorlardı. Bu anlamsız ruhsuzluk bu takımı karıştırır. Biz alışığız maç kaybetmelere, dönemsel başarısızlıklara, son maçla şampiyonluk kaçırmaya, ama konu sahadaki futbolcunun formasını hakkını vererek giymemesi olunca sular durulmaz Fenerbahçe'de. Ben de biliyorum ben galibiyeti 1 istiyorsam futbolcunun 10 isteyeceğini, ama sonuç için elinde olanları sahaya koyacak olan da kendisi.
Burada Daum eleştirilerime başlamak için yeterli girişi yaptığımı düşünüyorum. Yanlış duymadıysam son 16 gündür maç yapmamış olan takım bu 16 günün 9'unu tatil ile değerlendirmiş. Tamam sezona çok erken başladılar, aşırı yoruldular, rotasyonu 70'te Özer ya da Mehmet'i, 82'de Selçuk ya da Deniz'i oyuna almak sanan bir hocayla çalışıp perişan oldular belki ama bu kadar yarışmadan uzak kalmak ne demek oluyor anlamıyorum. Kaçırdıysam affola, eskiden böyle araları İran'dan falan takımlarla hazırlık maçıyla doldururdu Daum, şimdi kalede Babacan ya da Mert'in, sağ kanatta Ali Bilgin ve forvette Furkanın oynayacağı bir maç ayarlamış olsa eline mi yapışırdı? Oyuncuları bu kadar futboldan soğutmanın cezası umarım sadece böyle tek maçlık bir mağlubiyetle ödenir.
Ülkedeki milyonlarca teknik direktörden biri olarak analiz yapmasam eksik kalır, farkındayım. Öncelikle Kazım'ı santrafor oynatmayı çok mantıklı buluyorum, biraz disiplin edilirse önemli kariyere sahip olacak iyi yetenekleri olan bir oyuncu bence. Ama sanki takım akla hayale sığmayacak bir futbol oynuyormuş gibi hem Steaua, hem Galatasaray, hem de Beşiktaş maçlarına nasıl aynı diziliş, aynı taktikle başlanır anlayamıyorum. Galatasaray maçını bir kenara bırakırsak 12 maçta 3 gol yemiş, taş gibi savunmaya sahip bir rakip var karşında. Sen bu sistemle oraya Kazım yerine Guiza'yı koysan yine onu evine gönderirdik, Semih'i koysan meğer yedek olması doğruymuş derdik. 50 metre boyuna biraz da fazlası enine bir alana sen tek forvet koyup Alex inanılmaz bir pas atsın da o forvet koşturup gol atsın diye oynarsan bu ancak Gökhan Zan'ın oynadığı takımlarda işe yarar, ya da kalite olarak senden düşük takımlarda. Ferrari ve Sivok arasında kaybedersin o adamı, geçmişte Anelka, Kezman ve günümüzde Guiza'yı kaybettiğin gibi. Maalesef bu hastalık epeydir devam ediyor, tek sorumlusu Daum değil.
İleriyi Alex'e, ortayı Emre'ye, kaleyi Volkan'a, kalanları da Allah'a emanet sahaya çıkarsan zor dostum işin. Emre sakatlandı, şanssızlık budur ya tam onun basacağı yerden bir boşluk oluştu ve gol yedi Fener, olur öyle arada. Emre çıkınca oraya Andre Santos mu geçer gözünü seveyim Daum? Oraya ayağı top yapacak, mücadelesi de üst düzey bir oyuncuyu çekersin, Özer'in ön libero yeterliliğini tam bilemediğim için en büyük aday Mehmet olur bence. Santos'u oraya çekmek rakibi organize hücumlara buyur etmektir. Yenilen harika 2 gol üstüne Kazım'ın da saçma kırmızı kartı sonrasında zaten 3-0 çok şükür fazlası olmadı dedirtecek bir skor oldu. Burada asıl sorun kaybedilen maç değil, gelecek için umutların azalmasında oldu.
Bir paragrafı tabii ki İbrahim Üzülmez'e ayırmasam hakkı kalır. Böyle adamlara hiç kızmadım, ne milli takımda İspanya maçında saçma penaltı yaptırınca İbrahim'e, ne de sayısız Fener maçında Selçuk'a. Bu oyuncular kapasiteleri belli oyuncular, kimse ellerinden geldiğince mücadele etmediklerini söyleyemez, ancak ellerinden gelen çok kısıtlı olduğunda hata onlarda değil, onları oraya yerleştiren teknik direktör ve yerlerine oyuncu bulmayan yöneticilerde olur. İbrahim neredeyse kendimi bildim bileli Beşiktaş'ın sol beki ve aynı dönemden beri de çok eleştiriliyor. Ama seviliyor da aynı zamanda, çünkü gücünü sonuna kadar kullanmadığı hiçbir maç yok, kırk yılda bir de Barcelona maçı olsun, dünkü maç olsun bu emeklerinin ödülünü alıyor ve maçların kazanılmasında büyük rol oynuyor. Bu tarz oyuncular taraftarlara sezonun çoğunda çok çektirir, ama arada böyle maçlarda da büyük sevinç yaratırlar, dün de bunun örneğini gördük. Saygı duymaktan başka yapacak bir şey yok.
Beşiktaş bence dün iyi oynamadı, karşısında ruhsuz ve basiretsiz bir takım vardı, ama maçı sonuna kadar da haketti. Bir yerde sevindim de, çünkü çok ihtiyacı vardı bu galibiyete. Hani bilsem ki bu maç kaybedilince Demirören istifa edecek, yazık oldu kazanması diyebilirdim, ama yönetim seviyesinde durum aynı sürüncemede kalacak ve mutsuz bir kitle bu maçla beraber tekrar heyecan yakalayacak, takımlarına sahip çıkma fırsatı bulacaklardı, bu da çoğu kişinin düşüneceğinden çok daha güzel bir skorla ellerine geçti.
Öyle romantiklerden değilim, ligin erken kopmaması lazım, açıkara Fener gitse ne zevki kalır diyemem, keşke her maçı kazansak da 10 maç kala şampiyon olsak hatta, ama bunun mümkün olmadığı bir ortamda Beşiktaş belki de son şansını çok iyi kullanmış oldu.
Özetlemek gerekirse futbol açısından fakir ama Fenerbahçe'nin herhangi bir maçta atmasını dileyeceğim kadar güzel 2 gol ve detayında ofsayt olmasından başka pek bir önemi olmayan bir 3. gol ile biten net skorlu bir derbi oldu. Olaysız geçmesi zaten normal olan ama maalesef günümüzde sevindirici bir şeydi.
Önümüzdeki maçlara bakacağız..
18 Kasım 2009 Çarşamba
Kun!
Tsubasa San
Son zamanlarda yine sık sık karşıma çıkmaya başladı çeşitli vesilelerle, Erkan da verdi gazı emulatör ile atari oyunlarını indiresim geldi birdenbire. Bizim yaş ve civarındakilere futbolu sevdiren unsurlardan biridir Tsubasa, futbolun güzelliği gözler önündeydi.
Türkçe bir fan sitesi buldum, oyunlar, videolar, resimler vs. bulabilirsiniz burda. İyi eğlenceler.
http://www.tsubasafan.net/
16 Kasım 2009 Pazartesi
Antonio de Nigris
Kendisiyle ilgili pek bilgim yok, Gaziantepspor'da oynadığını hatırlıyorum, maskeyle oynarken Fenerbahçe'ye gol atmıştı, sonra Ankara'da dolaştığını biliyorum, bugün öğrendiğim kadarıyla da ardından Yunanistan'a transfer olmuş.
Daha önceden de kalbiyle ilgili sorunları olduğu bildirilmiş, buna rağmen doktorlar herhalde sorunsuz futbol oynayacağını düşünmüşler, yanılmışlar. Kalp krizi sebebiyle hayatını kaybetmiş de Nigris, bir haftada futboldan iki kötü haber olmuş oldu..
13 Kasım 2009 Cuma
Danyal
Buna ben daha ne yorum yapayım, zaten epeyce ortalıkta dolaşan bir fotoğraf :)
Guiza iyi futbolcu. Bakın ciddi ciddi düşünüyorum bunu, hatta muhtemelen Türkiye'deki mevcut en iyi 2-3 golcüden biri. Ama tutmadı işte, ısrar edilmesi de doğruydu, miladı dolmak üzere diyebilirim. Bugün Galatasaray'da oynasa Baros yedek kalırdı, Guiza gol kralı olurdu gibi iddialı bir düşünce de atabilirim ortaya. Yanında iyi anlaşacağı oyuncularla fevkalade iyi oynayacağına inanıyorum açıkçası. Ama Fenerbahçe'de uyuşmadı, olmadı bir türlü. En büyük eksikliği de kendine güven, yoksa sizce bu adam karşı karşıya pozisyonda gol atmayı hakkaten bilmiyor olabilir mi? Daha farklı bir takımda "ulan bizdeyken niye atmadın bunları pis herif" diye çıkışacağımızı tahmin ediyorum, ama sanırım artık o "farklı bir takım" şansını denemesinin zamanı yavaş yavaş gelmiş bulunuyor.
12 Kasım 2009 Perşembe
Robert Enke!
Soru işaretiydi Fenerbahçe'ye gelişi, Rüştü Barcelona'ya gittikten sonra karşılığında kıyak olarak kiralanmıştı. Bir yandan umutluyduk kendisinden, bir yandan içimize sinmiyodu Türk kaleci yetiştirme kültürüne sahip olan takımımızda bir Alman'ı görmek. Ben Schumi'yi ismen hatırlarım sadece, hayal meyal biraz, Engin ve Rüştü olmuştu vazgeçilmezlerim, bir gariplik vardı bu işte.
Yine de beklenti içindeydik tabii ki; Benfica, Barcelona kariyeri olan bir adam gelmişti kalede sorun yaşamamamız için. Şaka gibi ama tek maç sabredildi bu adama, sonradan döndüğü Almanya'da "yılın en iyi kalecisi" ödülünü alacak bu adama. İzlememiştim bile İstanbulspor maçını, 3 gol yemişti, 3'ü de çok hatalı olsa ne farkeder, nasıl bu kadar tahammülsüz olunabilir? Fenerbahçe'ye imza atmıştı ve bizim oyuncumuzdu o artık, bu muameleyi göstermeye kimsenin hakkı yoktu. Çok şaşırmıştım gönderildiğini okuyunca, biraz da gülmüştüm haliyle.
2006 yılında Portekizli bir arkadaşımla konuşurken anlatmaya başladı:
"Barcelona çok oyuncu harcayan bir kulüp, Benfica'da çok iyi bir Alman kaleci vardı, alıp sadece birkaç maç oynattılar" diye, ben de o adamın sonra başına gelenleri anlattım kendisine hafif bir tebessümle.
Enke adını her gördüğümde içimde bir "kusura bakma abi bazen oluyo böyle" hissi uyanırdı. Ona karşı yapılan haksızlığın huzursuzluğunu atamamıştım bir türlü içimden. 1 maç bile oynamış olsa hakkı yenen oyuncu canımı sıkıyordu işte. Hürriyet'te gecenin bir yarısı haberi okuduğumda şoke oldum, hani dünyada her an her şey olabilir, ama daha haftasonunda kalesini koruyan bir oyuncu nasıl olur da... diye geçiriyorum aklımdan ister istemez. Sonra da adamın hayatıyla ilgili tek bilgimin 1 maçlık bir serüven olduğunu hatırlıyorum, kimbilir ne derdi vardı garibimin diyorum.
Toprağın bol olsun Enke. Üzüldüm.
11 Kasım 2009 Çarşamba
Taraf tutarak objektif olmaya çalışmak
Ben Fenerbahçeliyim (daha baştan birçok takipçi kaybedeceğimi tahmin ederek yaptığım bir giriş). Türkiye'de kabaca insanların yaklaşık yüzde 30-35'i gibi bu takıma sempati duyuyorum, arada fanatikliğe kaçarak, gözüm dönmeden. Bir o kadar da Galatasaraylı var tahminimce, biraz daha az Beşiktaşlı, ayrıca kendi bölgesel takımlarına sempati duyanlar. Bu son grup dışında 3 büyükleri tutmak hayatın bize getirdiği gerçeklerden biri.
Anlamlandıramadığım bir kargaşa var bu takımları tutmak arasında. Aileden görerek başlanabilir bu sevdaya, okul ya da mahalle çevresinden de olabilir, ya da sadece kendimize yakın buluruz, hepsi bu. Hepimiz bir şekilde genelde küçük yaşlarda bu kararı veriyoruz, ya bazı özellikleri kendimize yakın buluyoruz ya da ona doğru bilinçaltından yakınlaşıyoruz. Ben spora bakışımın daha farklı olabileceğini hayal dahi edemiyorum, çünkü böyle görmüşüm, böyle büyümüşüm. Aynen benim gibi olan, farklılığı sadece rakip takımı tutmak olan sürüyle insanın varlığını kabul ederek..
Anlayamadığım kısma gelince; rakip takımlara karşı duyulan büyük antipati, zaman zaman düşmanlık.. Ben açıkçası Fenerbahçeli olduğum için ne kimilerine göre daha ayrıcalıklıyım, ne de daha eksik. Futboldan keyif aldığım için bu takımı tutuyorum, Fenerbahçe'yi sevdiğim için futbola karşı tutkuluyum. Aynen birçok yakın arkadaşımın, ya da başkalarının başka takımlara duyduğu hisler gibi, ne eksik, ne fazla. Burada devreye kategorilendirme giriyor. Bir maç sonrası rakip takıma büyük öfke duyuluyor, onun taraftarları ya da yönetimi yerden yere vuruluyor, tarihi sorgulanıyor. Lütfen bu noktada bir kişi çıksın da bana x ile y'nin farkını anlatsın, ondan sonra gözünü karartıp sayıp sövmeye devam etsin. Sonuçta ne RangersxCeltic gibi inanış farklılığından doğuyor bu destek, ne de BocaxRiver gibi sınıfsal farklılıklardan.
Birbirimizin bakış açılarına anlayış göstererek, birbirimizden bir farklılığımız olmadığını kabul ederek yorumlarımızı ona göre yapsak, fikirlerimizi öyle ifade etsek her şey daha kontrollü gelişecek bana sorarsanız. Mesela Keita Carlos'a yumruk attığında Carlos'a "koala" yakıştırması yapmak yerine Keita'yı ayıplasak hep beraber egolarımızdan arınıp, ya da "o şişeyi rakip taraftar atmıştır kendi oyuncusuna" gibi komik olmaktan öteye gitmeyen yanlışlara sığınacağımıza o şişeyi atanı lanetlesek ufak da olsa bir düzelme yoluna gireceğimize inanıyorum.
İşte bu noktada aklıselimin devreye girmesi lazım, benim vicdanım pek çok şeyin üstüne koyduğum Fenerbahçeliliğimden daha önemlidir, muhattabımdan da bunu beklemem çok olmasa gerek. İşte başlıkta dediğim burada ortaya çıkıyor, kimseyi aptal yerine koymadan, kimliğini bilerek ve göstererek taraf tuttuğunu açık edip olaylara elverdiğince objektif yaklaşsak, önceliği karakterimize versek tarafımız yerine çok daha makul bir tartışma ortamı yaratabileceğimize inanıyorum. Ben denedim, oluyor, gerisi sizlere kalmış..
Anlamlandıramadığım bir kargaşa var bu takımları tutmak arasında. Aileden görerek başlanabilir bu sevdaya, okul ya da mahalle çevresinden de olabilir, ya da sadece kendimize yakın buluruz, hepsi bu. Hepimiz bir şekilde genelde küçük yaşlarda bu kararı veriyoruz, ya bazı özellikleri kendimize yakın buluyoruz ya da ona doğru bilinçaltından yakınlaşıyoruz. Ben spora bakışımın daha farklı olabileceğini hayal dahi edemiyorum, çünkü böyle görmüşüm, böyle büyümüşüm. Aynen benim gibi olan, farklılığı sadece rakip takımı tutmak olan sürüyle insanın varlığını kabul ederek..
Anlayamadığım kısma gelince; rakip takımlara karşı duyulan büyük antipati, zaman zaman düşmanlık.. Ben açıkçası Fenerbahçeli olduğum için ne kimilerine göre daha ayrıcalıklıyım, ne de daha eksik. Futboldan keyif aldığım için bu takımı tutuyorum, Fenerbahçe'yi sevdiğim için futbola karşı tutkuluyum. Aynen birçok yakın arkadaşımın, ya da başkalarının başka takımlara duyduğu hisler gibi, ne eksik, ne fazla. Burada devreye kategorilendirme giriyor. Bir maç sonrası rakip takıma büyük öfke duyuluyor, onun taraftarları ya da yönetimi yerden yere vuruluyor, tarihi sorgulanıyor. Lütfen bu noktada bir kişi çıksın da bana x ile y'nin farkını anlatsın, ondan sonra gözünü karartıp sayıp sövmeye devam etsin. Sonuçta ne RangersxCeltic gibi inanış farklılığından doğuyor bu destek, ne de BocaxRiver gibi sınıfsal farklılıklardan.
Birbirimizin bakış açılarına anlayış göstererek, birbirimizden bir farklılığımız olmadığını kabul ederek yorumlarımızı ona göre yapsak, fikirlerimizi öyle ifade etsek her şey daha kontrollü gelişecek bana sorarsanız. Mesela Keita Carlos'a yumruk attığında Carlos'a "koala" yakıştırması yapmak yerine Keita'yı ayıplasak hep beraber egolarımızdan arınıp, ya da "o şişeyi rakip taraftar atmıştır kendi oyuncusuna" gibi komik olmaktan öteye gitmeyen yanlışlara sığınacağımıza o şişeyi atanı lanetlesek ufak da olsa bir düzelme yoluna gireceğimize inanıyorum.
İşte bu noktada aklıselimin devreye girmesi lazım, benim vicdanım pek çok şeyin üstüne koyduğum Fenerbahçeliliğimden daha önemlidir, muhattabımdan da bunu beklemem çok olmasa gerek. İşte başlıkta dediğim burada ortaya çıkıyor, kimseyi aptal yerine koymadan, kimliğini bilerek ve göstererek taraf tuttuğunu açık edip olaylara elverdiğince objektif yaklaşsak, önceliği karakterimize versek tarafımız yerine çok daha makul bir tartışma ortamı yaratabileceğimize inanıyorum. Ben denedim, oluyor, gerisi sizlere kalmış..
Bu daha başlangıç..
Daha önce blog girişimim olmuştu açıkçası. superbet diye bir blog oluşturmuştum, o dönemlerde bahislerle ilgiliydim, google adler tıklandıkça para kazanırım belki, hem süper isim var bakarsın bi bahis sitesine satarım diye uçuk bir düşünceyle kurmuştum. Reklamlara sırf tanıdıklar tıklayınca google iptal etti o hakkımı, ben de vazgeçtim bloga devam etmekten o dönemde, interneti takip edip benden çok daha kapsamlı yazan bir çok gazete eki vs vardı sonuçta ortalıkta.
Birçok konuda bolca fikir edinen, bazılarında ise hem altyapıma hem bilgime güveni tam olan bir insanım. Kendimi bildim bileli de bunlardan en ağır basanı futbol olmuştur benim için. Bir arkadaşım sağ olsun geçen gün otururken uzun süredir boş durmama artık kendisi isyan ederek "bari blog yaz" diye çıkışıp zaten bir zamandır aklımda olan bu düşünceme adım atmamı sağladı. Girip eski bloglarıma baktım, daha önce dikkatimi çekmeyen birkaç tane yorum gördüm, ortalama olarak şunu örnek gösterebilirim:
"At 7:14 PM, jacques said...
Thanx dude, I won the bet with ur tips..thnx..."
Hoşuma gitti açıkçası ne diyeyim. Eh artık bir şeyler yazmaya başlarsam olumlu-olumsuz, muhtemelen önce yakın çevreden, fark ettirmeyi becerirsem de tanımadığım insanlardan yorumların geleceğini umarak tekrar yazmaya başlamaya karar verdim.
Kendimce futbol yorumlamayı düşünüyorum burda, arada diğer sporlara da uzanmayı düşünüyorum haddimce, genelde güncel olayları, bazen de eskiden aklımda kalanları dile getirerek.
Tekrar teşekkür ederim Alp. İlk kaydımız hayırlı olsun.
Birçok konuda bolca fikir edinen, bazılarında ise hem altyapıma hem bilgime güveni tam olan bir insanım. Kendimi bildim bileli de bunlardan en ağır basanı futbol olmuştur benim için. Bir arkadaşım sağ olsun geçen gün otururken uzun süredir boş durmama artık kendisi isyan ederek "bari blog yaz" diye çıkışıp zaten bir zamandır aklımda olan bu düşünceme adım atmamı sağladı. Girip eski bloglarıma baktım, daha önce dikkatimi çekmeyen birkaç tane yorum gördüm, ortalama olarak şunu örnek gösterebilirim:
"At 7:14 PM, jacques said...
Thanx dude, I won the bet with ur tips..thnx..."
Hoşuma gitti açıkçası ne diyeyim. Eh artık bir şeyler yazmaya başlarsam olumlu-olumsuz, muhtemelen önce yakın çevreden, fark ettirmeyi becerirsem de tanımadığım insanlardan yorumların geleceğini umarak tekrar yazmaya başlamaya karar verdim.
Kendimce futbol yorumlamayı düşünüyorum burda, arada diğer sporlara da uzanmayı düşünüyorum haddimce, genelde güncel olayları, bazen de eskiden aklımda kalanları dile getirerek.
Tekrar teşekkür ederim Alp. İlk kaydımız hayırlı olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)